Mevsimler değişiyor, zaman hızlanıyor ve yavaşlıyor, sınırlar genişliyor ve daralıyor hatta üstünde yaşadığımız küre değişiyor ve dönüşüyor. Doğanın sakin ve içten değişiminin yanında birçok değişimin başlatıcısı, hesaplayıcısı, bitiricisi ve denetleyici olarak insan da bütün bu değişimlerle birlikte ve onların içinde değişiyor. Bilime dayanan öngörülerde bulunma yetimiz, sosyal olana bağlı olan özgür irademizle geldiğimiz bugünden ileriye ve geriye baktığımızda sadece insanın olmadığı, insanın da bir parçası olduğu bir tarihi tahayyül edebiliyor muyuz? Öyle görünüyor ki, öylesine emin konuşurken bile altımızdaki toprağın sallandığının, denizlerin kabardığının ve gökyüzünün renk değiştirdiğinin farkında değil gibiyiz. Şiirin buna dokunabileceğine olan inancımızı korumaya çalışıyor ve Ece Ayhan’ın dediği gibi, ‘mevsimin ne olduğu bilinmiyor ve ben pek üşüyorum’ diyoruz.
Bu sayıda,
Bir süredir Gard’da görünmeyen Emre Varışlı, toplumsal imgelemimizde yer eden görüntülerin nasıl bireysel bir bilinçdışına dönüştüğünü araştırıyor: okul direğinde ve köy meydanında/bende bir şey var dalgalanıyor/gri bir ekran gibi dolaşıyorum
Japonya Şiir Dergisi’nde yürüttüğü editörlük görevi ve deneysel şiirleri ile bilinen Liman Mehmetcihat güncel politikanın tam da dilimizi sekteye uğrattığı, ekran karşısına geçip bir haber bültenini izlemeye, Facebook’ta ya da Twitter’daki akışa göz atmaya kalktığımızda kendi kendimize sorarak kilitlendiğimiz güncelin içinden ama tam da o kilitlendiğimiz yerden sesleniyor: Evde sadece mersedesten gelmiş dağ var/Bergen ve dağ yayıp lahza akşam vay diyoruz (Dergimizde şiirin başlığı teknik bir hatadan dolayı, ‘yamuk budunlar’ olarak basılmıştır, doğrusu ‘yamuk budunlular’ olacaktır. Okurlarımızdan ve şairimizden özür dileriz.)
Efe Tuşder, sözcük sözcük dizdiği anlatısında bir ismin bellekteki izlerini arıyor: hatırlayabilir misin?/Adının işaretlerini/hatırlayabilir misin?/hiçbir şeyi
Kağan Uzuner, başkalarından oluşan o kalabalıkta kendi başkalığına alıştırıyor kendini: şimdi kimi tanıyorsam evde tuz yalıyor
Gard’da sıkça karşılaşmaya başladığımız şairlerden Süleyman Sabri Genç, gündelik olanın döngüsünden göksel bir anlatı kuruyor, yoğun ironi ile birlikte: yine işe gideceksin./yanıl yanıl diyecek güzelliğin
Can Çelikoğlu, ilk kez konuk oluyor Gard’a: referansları geçebiliriz/biliyorsun/elektronik bir karşılık yok dünyada ikimiz için/ezberlerimiz kurulu
Kült Neşriyat’ın Cro-Magnon serisinden el yapımı ve özel basım ‘buz’uyla çıkıp gelen İlknur Şentürk evrene üflenen her bir soluğu merkezine yerleştiriyor ritüelinin: Haydi uzanın/Şimdi başlıyor/Modus vivendi!
Bir süredir Gard’da görünmeyen diğer bir şair Mvstafa Berkay Işık, belleğin tortuları arasından müziği ve bilimi getirip her yanımızı saran dehşetle birleştiriyor ve geleceğin aydınlığına taşıyor bizi: bazan bu istek eskiye/ancak bir yanım ona, ileriye ve geriye yalpalayarak/amuderya ile fırat arasında çoban kabileleri gibi,/göz açıp kapayıncaya dek kodlanan imgesi dışında retinada/paslı musluktan bir oda orkestrası jazz kentet ve sakil
Ağaçların rehberliğinde otlarla kaplı bir patikadan erdemin kalbine götürüyor bizi Aysu Altunay:Büyüktür bazen,/büyük bir dağın hikayesinden/küçük bir dağın fısıltısı...
Gard’ın ilk kez ağırladığı bir diğer şair Erdal Eren, bir sahnede ötekine uzanan, ya da ötekinin uzattığı mı, bir elin olağanca ağırlığında yazıyor: Sahnendeyim, şahane bir vitrinsin
Bir yaz liriği ile karşılıyor bizi Anıl Can Uğuz: hangi yaz geri gelir ki yorgun ve bakır bir ağrı taşıyan/söyleyin ayaklarımı geri versin kumral kumlar
Enformasyonun, arzunun, şehvetin, tutkunun ve manipülasyonun arsız seyri içinde çılgına dönmüş bir istencin şiirini yazıyor Semih Yıldız: istiyorum istiyorum istiyorum
Serhat Sarı kişisel tarihini ironik bir dille geçip gidiyor, bütün annelere nasihat olsun diye: Annem./Yorulurdu üzüntüden üstelik dişime/dişimden sıkılıp maydanozların arasında saklansaydım./Diye./Ya nefes alamasaydım diye.
Oğuz Ziya Anıl, ötekinin gidişinde yüzünü döndüğü Tanrı’yla konuşuyor: Konuştuğum Tanrı bir çocuğun/Pastel boya resimlerine benziyor
Buğra Giritlioğlu, ufaklı irili gözlerin aynasında kendi aynası karşına çıkıp soruyor cesurca: ayna ayna/söyle bana/ne boy gözlerim bu dünyada
Ve uzun bir aradan sonra küçük İskender Gard’da: Yaşadıkların buruşturuyorsa biriktirdiğin gövdeni/Manşetleri lime lime, yakası darmadağın gömleğinin/Sabahın kör karanlığında/sağır sessizliğinde patlıyorsa silah/Telaşla havalanıyorsa kuşlar/uyandıkları uykuyu bağıra bağıra
Amerikan lezbiyen şiirinin önde gelen isimlerinden, birçok ödül ve burs almaya hak kazanmış Olga Broumas tanınan metaforik şiiri ‘Uyuyan Güzel’ ile selamlıyor okuru: Dolanıyor boynuma bir tören/kolyesi gibi, aniden/koparılan//Kan. Gözyaşı. Yaşamsal/tuzu bedenlerimizin A. Emre Cengiz çevirisi ile.
Şiirleri birçok dile çevrilen Ukraynalı genç şair Adriy Lyubka bilmediği bir coğrafyanın nükleer silah kokuları ve o coğrafyaya ait kadın bacakları ile kapıldığı bir imgelemden çağırıyor dizelerini: ve o hala çingene yazı kokar ve nükleer silahlar,/onun çölü ikinizin arasında, akşam yaklaşıyor,/Ve o senin banyonda, tıraş ediyor bacaklarını. A. Emre Cengiz çevirisi ile.
Kadın hakları konusunda verdiği mücadele ile tanınan aktivist Taslima Nasreen, bu sayıda da bizimle: Cansız tabiatın içgüdüsünde/bir dişinin doğumu nahoş değildir/yalnızca insanlar acayip bulur bunu. Müesser Yeniay çevirisi ile.
*
Gard iyi okumalar diler.
*
ANKARA: İmge Kitabevi;
ANTALYA: Öykü Sahaf;
ÇANAKKALE: Kedi Kulağı Kitabevi
DENİZLİ: Hece Kitabevi;
ESKİŞEHİR: Adımlar Kitabevi;
GAZİANTEP: Don Kişot Kitabevi;
İSTANBUL: Mephisto (Beyoğlu), Mephisto (Kadıköy), 6.45 Dükkan (Kadıköy);
İZMİR: Yakın Kitabevi;
MERSİN: Sokak Kitap Kahve Evi (Merkez);
KAYSERİ: Akabe Kitabevi (Merkez);
SİVAS: Özgün Sahaf (Merkez).