Bir takvim ve saat olan evlere doğan çocuklar elbette zamanı sayıların ve bu sayılarla ilişkili sözcüklerin dönüp durduğu ve ne hikmetse aynı zamanda da ilerlediği, içinde koşuşturmacalara yetişilen bir döngü olarak anlayacaklar, bütün hayatlarını bu döngünün içinde organize edeceklerdir. Belki, en kötüsü de, takvimlerin yırtıldığı ve saatlerin başıboş dönmeye başlayıp birer lunapark nesnesine dönüştüğü bir dünyada, zamansızlığı kendi zamanları olarak algılayamadan, bu dünyayı kaos içindeki, organize edilmesi gereken bir bitimsiz karmaşa olarak düzeltmeye çalışacaklardır. Şiirin onlara kendi zamanlarını hatırlatacağına inanıyor ve kendi zamanlarımızın olacağı bir zamansızlığa açılacak yeni bir zaman diliyoruz.
Bu sayıda,
Bilal Kolbüken, aklının bir odasına arkasında kimsenin olmadığını bildiği bir kapıyı çalarak giriyor ve “uçuşan perdeler, gıcırdayan döşeme” ve yapayalnızlıkta bir anne ile karşılaşıyor: aklımın çayırlarında bir karanlık bölge çağırıyor beni
Müesser Yeniay, tenini dürüp belki de özlediğimiz bir zamansızlığa çağırıyor bizi: Ey Allah’ın / boşluğa olgun meyveler / gibi düşüp / parçalandığı yer!
Vural Uzundağ, kışa bir selam göndererek, yağmurlu, denizli, kahverengi bir iklime yerleştiriyor içini bir ötekinin ardında bıraktığı saç-mevsimde: hangi suya çevirdiysem başımı / orda kendini ateşe vermiş bir yağmurdun sen!
Uzun ve güzel bir yolculukta Miray Çakıroğlu, herkeslerin arasından içindeki boşlukla geçip gidiyor: Yanımda getirdiğim boşluk var, yokladığımda aynı yerinde duruyor.
Sakallarının birbirine karıştığı bir valste delicesine dönüp duruyor Oğuz Ziya Anıl: Ben zaten valsi hep böyle hayal etmiştim
Bir yolculuğa uzanan diğer bir isimse Zeliha Köse, sabahlardan, İstiklal’den ve en çok kendinden dökülüyor: kendimi tutup döküyorum siyah bir kavanozdan
Dilin ağrılı ve sancıyan yerlerine müdahalesiyle çıkıyor karşımıza Rahman Yıldız, yeni neslin de ağrılı ve sancılı yerlerine yamayarak dili: hem L’oréal kokmuyoo / hem biliyoo y-kuşağı çok 31 ci
Ali İhsan Bayır, genelden güncele yüzleştiğimiz bütün politikaların heteronormatif zeminini kazıyor en hasından, kitaplar, mikrofonlar ve yüksek primli sigortaların ifşasında: bir kuş bir kuşu kuşluğunda sever
Zamanın apansız elinden çekilip alındığı çocuklardan biri belki Fatih Mert, kendini şiirle onarıyor: anlamalıydım / uğraksız bir durak olduğumu / ve bazı kahramanların / savaşsız yüzyıllara doğduğunu
Umut Durmuşoğlu kadim bir zamandan süzülerek bir kendi ritüeline duruyor: kendime bir ritüel yaptım / içimin vasat olan kıvrımlarını kestim
Can Karatek, bir ötekinden ona nükseden bir esrimede gündelik hayatın nesnelerini küçük büyülerle kaplıyor: bhrams çalarak evlen mutfakta benimle
Ali Erbil, şiirden bahis açmanın olanaksızlığını bir şiire dolduruyor: şiirden bahsedeceksek secdeye alnım değecek / ki insanın secdeye alnı değil vicdanı değmesi gerekecek
Ezgi Şimşek, bir kadın-tanrı anlatısı kuruyor ve bu anlatının içinde dolaşmaya çağırıyor okuru: taranmaz / gri saçları Umay’ın
Şahin Yaldız, havai fişek metaforunda bireysel tarihinin kazındığı bir coğrafyanın nasıl kandırıldığının öyküsünü öğütlüyor: Her gök muavininin vardır böyle hikayeleri bakmayın / Pencerelerinde akrep vardır geceleri / Her tutuşta kendini sokar, inanmayın.
Uzun zamandır Gard’a konuk etmediğimiz Arif Erguvan, ötekilerin vahşi bir doğa biçimine bürünüp daralttığı alanlarımızda kendini sağaltma istencinde: birilerinin ayakları ellerimize basıyor / bir organ olarak doğuyorlar
Zeyno Ceren, kendinin kendi teknolojisini duyarlıkla kuruyor inatla: Ben ipek böceğinden ilham aldım.
Bu sayının çeviri şiirleri geniş bir coğrafyaya uzanıyor. 4. Uluslararası Eskişehir Şiir Festivali’nde konuk ettiğimiz Portekizli şair Tiago Torres da Silva, bir ötekinin uykusuna nasıl bir ihtimam gösterileceğini gösteriyor okura, Onur Çalı’nın harikulade çevirisi ile: uyanık kalayım, uyanık kalayım / ki uzak tutayım kötü ruhları rüyandan
2007 yılında kaybettiğimiz Burma’nın en tanınmış şairlerinden Tin Moe, sözlerle kurduğumuz anlaşmazlıklar dünyasına bir alternatif öneriyor: geri al sözlerini, / ben çaresine bakarım benimkilerin. / Yaşayalım iki yabancı gibi. A. Emre Cengiz ve Şakir Özüdoğru çevirisi ile.
Amerikalı şair Aaron Smith, zulümle örülen dünyamızın “yapı taşı”ndan başlıyor zulmün ilmeklerini ifşaya: Kırkıma merdiven dayadım ve anca anlıyorum babamı / beni sevmiyor. Zeynep Aygül ve Şakir Özüdoğru çevirisi ile.
Hemen ardından Amerikalı başka bir şair Monica A. Hand, zulümden nasıl sıyrılacağını anlatıyor bu hayat ilmiklerinin: Benimle beraber kımılda ritminde bu öpüşmenin. Miray Çakıroğlu çevirisi ile.
Hollandalı şair ve çevirmen Menno Wignam, yeryüzüne sesleniyor, ilk gecesini onda geçirmeye gelen beden için: Yeryüzü, kaba olma / bu adama karşı, en az yüz tane anahtarına karşın / ne bir haritası ne bir pusulası olan bu karanlık yoldan geçmek için. Şakir Özüdoğru çeviri ile.
Gard, bol okumalı bir yıl diler.
*
ANKARA: İmge Kitabevi;
ANTALYA: Öykü Sahaf;
DENİZLİ: Hece Kitabevi;
ESKİŞEHİR: Adımlar Kitabevi;
GAZİANTEP: Don Kişot Kitabevi;
İSTANBUL: Mephisto (Beyoğlu), Mephisto (Kadıköy), 6.45 Dükkan (Kadıköy);
İZMİR: Yakın Kitabevi;
MERSİN: Sokak Kitap Kahve Evi (Merkez);
KAYSERİ: Akabe Kitabevi (Merkez);
SİVAS: Özgün Sahaf (Merkez)