Özne sözdür ve tanıklığı herkese açıktır, diyor Alain Touraine; ancak günbegün söz azalıyor, sözün hacmi daralıyor ve bütün tanıklıklar muğlaklaşıyor. Ne dersek diyelim, sözümüz bir erktekelci kıvranmanın izlerini taşır kılınıyor; Öznelerin karşılıklı olarak birbirinin Özneleşme süreçlerini tanıması ve her bir girişime saygı duyulması gerekliliği, yani Levinas’ın ahlakın “ötekinin yüzüne bakmak”la başladığını bas bas bağırması artık söz kategorisinde bile sayılmıyor. Belki öznelerin kendi özgürlükleri, kendi özgürlüklerinin yanında ötekilerin özgürlükleri için kalkıştığı toplumsal hareketlerin her seferinde şiire sirayet etmesi bu nedenle. Belki bu nedenle hâlâ Öznenin kendine, kendinde ötekine döneceği yerin şiir olarak belirmesi.
Gard, belki bu nedenle kendi gardlarını alanların bir araya geldiği bir mahfil olmaya devam ediyor, inatla.
Bu sayıda,
Onur Akyıl, meydanları ve meydanlardaki ölüleri kuşatan adamların dilinden konuşuyor: “önümüzde hiçbir yol yok / ne ayrılan ikiye / ne bir sabaha çıkan”
Ömür Özçetin, Onur’un çağırdığı geceden bir kış şafağına uzanıyor: “Kış ayakkabın topuğuna bastı biz ölmedik ama çok ölüm gördük”
İlayda Vurdum bu kez aynı kışın içinden umut kılığında bir mandalina bırakıyor sayfaya: “Kendini bir arada tutmaya çalışan / Bir mandalinayım belki de”
Ve, ilk şiirini daha öne Gard’da yayımladığımız Anıl Can Uğuz’un elinde bir mevsimlik giysiye dönüşüyor İlayda’nın mandalina kılığındaki umudu: “yine yaz gelir kısa kollu giyer herkes”
Gard’da ilk şiirini yayımladığımız diğer bir şair, Adem Göktaş bir adamın fantazmagorileri ile örüyor ölümü: “aşık bir adam ellerini yemeye başlıyor öğle arası”
Şair, kahindir ya da tam tersi, denmişti; insanlığın durmak bilmeyen katliamlarından en yakın zamanlı olanı Çağatay Olgun’un içine düşmüş demek ki aylar öncesi: “Artık zeytin ağaçlarının gövdesine sürülmüş entrikalardan öğrenilen / bir zamanımız var; mutlak antik!”
Ölüm bir ana tema, hem bu sayıda, hem bu coğrafyada, hem bu kürede; Kağan Uzuner’in yapacak çok şeyi yok, elbette kuşatacak her birimizi bir öl koşulunda: “çatlarmış su da sıcaktan”
Sena İnce sekerek geçiyor ince dokunmuş eviçlerinden ve dizelerden...
Efe Tuşder, ölümlülüğü üleştiriyor insan bedeninin duyu organlarına: “kokum / bu leş / bu ses...”
Şiirlerine yeni yeni dergilerde rastlamaya başladığımız Ali İhsan Bayır, travmalarla bezenmiş yakın dönem siyasi tarihimizden bireysel bir travma eşliğinde, son çocukluktan ergenliğe uzanıyor; bilincini gözlerine kaydeden elleri ile: “Onlar eşitlik istiyordu, ben babama zam yapılsın / Onlar ahlaklı bir devrim istiyordu durmadan / Bense abimin okulunda varoluşçu kadın memelerini” (Not: Şiir ki kendini çoğaltmak ister, Ali İhsan'la aramızdaki e-posta alışverişinde kimi kaymaları ve gözden kaçmaları kendine açık belleyen, daha önce Peyniraltı Dergisi'nde yayımlanan bu şiir, buraya da sokuluvermiş, gelene dur demek olmaz. Gard'ın gelecek sayısında şairimizin yepyeni bir şiiri okurla buluşacak.)
İlk şiirini Gard’da yayımladığımız Serhat Sarı gün geçtikçe bir tuğla daha eklediği bir ironik platform inşa ediyor, kendi varlığı-yokluğu nedensizliğine: “Param bitmiş. Eder miyim? Ederimi alır mısınız?”
Ümit Aydın uzun bir dandik hadiseler yılının dökümünü yapıyor, gelecek yılların benzer dandik hadiseler yılları olmaması dileği ile: “amına korum ben böyle iki bin on dördün.”
Nostaljide bir parça hüzün olması belki birçok şeylerin yaşanamamışlığındandır; yaşanamayanların yalnızlığından ve karmaşıklığından. Mert Özel, bir tiyatro sahnesinde bireysel bir yaşanmışlıklar panaroması sunuyor okura, satır aralarında parlayan yaşanamamışlıklarıyla: “bedenimin sakıncasıdır ısmarladığınız bira”
Bu sayının çeviri şiirlerinde farklı ülkelerden şairleri ağırlıyoruz.
İsrailli şair, çevirmen ve editör Tal Nitzan doğduğu anda işkenceye uğramaya mahkum bırakılmış bebek bedenlerin şiirini örüyor, silahların nişangahları üzerinden: “nişan almayan gözünü açmadıysan / Maisun El-Hayk’ın yüzüne bakmak için / hiç görmemişsindir çocuk doğururken acı çekmeyi”. Alper Yahyagil çevirisi ile.
Amerikalı ödüllü şair August Kleinzahler seyyahların zamansızlığına çekiyor okuru: “Hava alanının ışıkları nabız gibi atar karanlığında sabahın”. Onur Çalı çevirisi ile.
Hindistan’ın önemli şairlerinden, Kritya Şiir Festivali’nin düzenleyicisi Rati Saxena bir baba ve kızın incelikli buluşmasını işliyor hastalığın bedenine: “Babası hasta kızın / ısınmaya başlıyor / güneş gibi.”
Gard, iyi okumalar ve sabır diler.
Gard’ı aşağıdaki kitabevlerinden edinebilirsiniz:
ANKARA: Babil Kültür Sanat ve Fotoğraf Evi, İmge Kitabevi, Aleph Kitabevi, Tayfa Kitapkafe
ANTALYA: Öykü Sahaf
BATMAN: Bilgi Kitap Kırtasiye
DENİZLİ: Hece Kitabevi
ESKİŞEHİR: Adımlar Kitabevi
GAZİANTEP: Don Kişot Kitabevi
İSTANBUL: Mephisto (Beyoğlu), Mephisto (Kadıköy), 6.45 Dükkan (Kadıköy)
İZMİR: Yakın Kitabevi
KAYSERİ: Akabe Kitabevi
MALATYA: Fidan Kitabevi
MERSİN: Sokak Kitap Kahve Evi (Merkez)